Türk’ün Gizemli Efsanesi: “KIZILELMA”

Türk’ün Gizemli Efsanesi: “KIZILELMA”

Kızıl Elma, Türk mitolojisinde özellikle Oğuz Türklerinde düşü-hayali simgeleyen imge olarak bilinir. Türk Mitolojisinde Elma; bolluk, bereket, kızıl ise; Güneş ve Ay tutulması ile ilişkilendiri.....

 

Kızıl Elma, Türk mitolojisinde özellikle Oğuz Türklerinde düşü-hayali simgeleyen imge olarak bilinir. Türk Mitolojisinde Elma; bolluk, bereket, kızıl ise; Güneş ve Ay tutulması ile ilişkilendirilir. Yaygın olarak bilinen ise; Türk devletlerinin Cihan hâkimiyetini sembolize eden Kızıl Elma imgesi, devletin hedefini ve amacını simgeler. İslamiyet öncesi Türk inancına göre Tanrı, Türklere dünyanın yönetimini kıyamete kadar onlara emanet etmiştir. Bu düşünceye göre Kut verilen Kağan yalnız Türklerin değil, tüm cihanın da kağanıdır. Kağan aynı zamanda askeri, dinsel ve politik liderdir. Bu imgenin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Kızılelma, Oğuzname’den Göktürk kitabelerine, Saltukname’den Seyahatname’ye kadar farklı yazar ve şairin kalemlerinde değişik anlamlar kazandığı görülür. Yaygın olan düşünce ise “Kızıl Elma” Türk devletinin fethedeceği hedefi gösterdiği şeklindedir. Bu yönüyle Kızıl Elmaya baktığımızda Merzifon, Konya, İznik, İstanbul, Viyana ve Roma olduğu görülür. Bu, dönemlere göre devlet kurma, bir ülkeyi fethetme ya da Türk birliği şeklinde değişiklik gösterir.

Bir efsaneye göre kızıl elmanın hikâyesi, Dünya, tek kıta ve “vedjat” konumunda iken dünyanın merkezi Xian’da başlar. Bu efsane bize tüm dünya insanlığını tek çatı altında büyük bir devlet tarafından yöneltildiğini söylemektedir. Devletin hükümdarı Oğuz Kağan’dır. Oğuz kağanın gök devletinin bayrağı güneş, çadırında ise hükümdarlık sembolü olan tılsımlı “kızıl elma” bulunmaktaymış. Oğuz kağanın hükümdarlığını kabullenmeyen ve kendi cihan hâkimiyetlerini kurmak isteyen Güneşin çocukları, Ay’ın çocuklarının cihan hâkimiyetini son vermek için ülke içerisinde kaos çıkarmışlar. Oğuz Kağan kaosu sonlandırmak için seferler düzenlemiş. Bu kaos ortamında isyancılar, Tılsımlı Kızıl Elmayı çalarak Batı’ya kaçmışlar. Böylece Türklerin, Kızıl Elmaya arama serüveni başlamış. Daha sonra Oğuz Kağanın evlatları bu devleti Batı ve Doğu şeklinde yönetmeye başlamış. Doğu devleti Xian ve çevresini muhafaza ederken Batı devleti Tılsımlı Kızıl Elmayı aramaya devam etmiş. Kızıl Elma uğrunda kanlı savaşlar yapılmış. Türkler, Kızıl Elma’ya yaklaştıkça uzaklaşmış ve bulunması imkânsızlaşmış. Ve bu arayış yüzyıllar boyunca sürmüş. Bu süreçte Dünya’da, insanlık kabilelere ayrılmış, farklı diller ortaya çıkmış, devletler kurulmuş, devletler yıkılmış, çağlar açılıp kapanmış, coğrafi ve teknolojik keşifler yapılmış ve semavi dinler ortaya çıkmış. Sonunda Türkler, Batı’da aradıkları Kızıl Elmayı bulmuşlar. Tüm görkemi ve ihtişamı ile Kızıl Elma karşılarındaymış. Onlardan çalınanı, doğuştan kazanılan haklarını ebediyen geri almışlar. Fakat aralarındaki rekabet hiç bitmemiş, artık onlar iyi-kötü, düzen-kaos, ak-kara, sevgi ve nefret gibi iki zıt kutup olmuşlar. Zamanla bu rekabet “djed” adı verilen strateji oyunlarını dönüşmüş. Kızıl elmanın kaybolduğu günden beri onların kaotik stratejilerini Ay’ın çocukları, bir tutulma ile Theia’nın sonu gibi onlarında stratejilerini son veriyorlarmış.

Mitoloji kelimesinin kökeni eski Yunanca’da “söylenen ya da duyulan söz” anlamında kullanılmış ve din, evren ve insanlık yaratılışı, doğa ve kültürel gelenekleri ile ilgili söylencelerden oluşur. Diğer bir değişle mitoloji; kaynağını dinden alan, insan unsurlar ile zenginleştirilerek insanoğlunun kâitanı anlama serüveninde kutsal unsurlarla bezenmiş hikâyelerdir. Çoğunlukla ozanlar ve filozoflar tarafından nesiller boyu aktarılırlar. Yazılı bir metne tabi değillerdir. Türkçe de mitoloji yerine Arapça karşılığı olan “Asatir” kelimesinden dilimize geçen “efsane” kelimesi kullanılır. Efsanelerin tanrılarla ilgili kutsal öyküler olduğu, bilgi ve deneyim birikimlerini basit geleneksel öykülerdir. Çoğunlukla bu öyküler gelecek ile kehanette bulunmak için geçmişi efsaneleştiriyor. İnsanlar bu tür mitlerin hep içten içe doğru olmasına fakat aslında gerçekte olmayan öyküler olduğunu bilirler. Bu ancak toplumdaki dini ve ruhani yaşantıyla ilgili olan efsaneler, toplumdaki mevkilerini kaybettiklerinde mitolojik özelliğini kaybederek birer peri masallarına dönüşürler. Her ne kadar efsaneler gerçeğe dayanmayan mistik yanı bulunsa da bir parça doğruluk payı olan hikâyelerdir. Toplum, efsanelerde zamanın doğrusal olduğunu düşünmez çünkü olaylar zaman sarmalında gibi kendini yineler. Bu yüzden toplum efsanelerde zaman doğruluğu ya da karakter gerçekliği tanımlamazlar ve aramazlar. Toplumun bu mitleri itibar etmesindeki gerekçe aslında insanoğlunun varoluşundan beri bilinmezi arayış servünenindeki gizem kapısını aralama çabasıdır. Efsaneler, topluma gerçekte ruhsal ve sembolik yönler ile göndermeler yaparlar. O da genellikle zekâ ve cesaretin, doğuştan güçlü ve zalim olanı alt etmesidir.

Ortaçağ devletlerine bakıldığında benzer uygulamalar vardır. Bir dönem açık bir şekilde efsaneler propaganda aracı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Buna Karolenj İmparatorluğu, Roma ve Mısır hanedanlık döneminde de görülmektedir. Dönemlerin efsanelerinde hâkimiyet kurmak için göndermeler ortaktır. Dünya hâkimiyeti, insanların kralı; Kral, Tanrının yeryüzündeki temsilcisidir. Hun akınları sonucunda batıya sürüklenen Germen ulusları (Barbar Kavimler) Avrupa’nın farklı noktalarında hâkimiyet kurdular sonrasında ise Avrupa kültürü ile entegre olarak Hristiyanlığa benimsediler. Bu dönemde Batı ve Orta Avrupa’ya hâkim olan Franklar Birleşik bir Avrupa kurulmasında ve Batı kültürünün temelinin atılmasına sağladılar. Diğer bir deyişle bugünkü Avrupa Birliğinin oluşmasında etkin olan düşüncenin temelini oluşturdular. Karolenj İmparatorluğunun Ottolar döneminin sanatında ise birçok sanat dalında dünya hâkimiyeti imgelenmiştir. Özellikle resim sanatında hükümdar, dünyaya temsil eden küre ve üzerinde haç bulunan bir asa ile resmedildiği görülür. Uzun soluklu bir imparatorluk olan Doğu Roma döneminde Ayasofya’nın önünde dikili bir sütun üzerinde at üstünde bulunan Justinianus heykelinin elinde bir küre ve üzerinde haç vardır. Eski Mısır inancında firavunlar, dünyadaki düzenin muhafazası ve devamlılığın yanı sıra askeri, dini ve politik yetkileri elinde olan bir kraldı. Luksor Tapınağındaki bir kabartma’da Amun-Ra kraliçeyi ziyaretinde hâkimiyet sembolü olarak halkalı küremsi bir asaya kraliçeye vererek tasvir edilmiş. Yine I. Seti Tapınağında bulunan kabartma’da Ra, Sekmet’i yabancı ülkelere egemen olma gücünü verirken asa ile tasvir edilmiştir. Mısır’da Firavun aynı zamanda Tanrı Ra’nın oğlu ve Tanrı Horus’un yeryüzündeki temsilcisi olarak görülürdü. Elinde tuttuğu asa idaresindeki bölgelerin egemenlik simgesi olarak tasvir edilirdi. Babil kralı Hammurabi tasvir eden bir stel’de Güneş tanrısı Şamas’tan asa alırken tasvir edilir. Asur kralı I. Tukulti anlatan kitabelerde elinde asa tutarak “Cihan Kralı” imgesi kullanır. Son olarak Osmanlı döneminde ise; Çelebi Mehmet’ten Yavuz Sultan Selime kadar ellerinde Dünyayı temsil eden kızıl elma ile tasvir edilmiştir. Tüm bu tasvirler hâkimiyet imgesinin yanı sıra supminal olarak düşmana karşı galip gelineceğinin mesajını da verilmektedir.

Son yıllarda Dünya, farklı düşünce yapıları ve gelişen teknolojiler ile değişime uğradı. Özellikle son iki-üç yıldır pandemi ile köklü değişimler meydana geldi. Her gecen gün değişen ve dijitalleşen Dünyaya karşı ulusal devletler kendi yüzyıllık stratejisini oluşturmaktadır. Peki, Türkiye Cumhuriyetinin yüzyıllık stratejisi ne, diğer bir deyişle Batı Türk Devletinin Kızıl elması ne?