ŞİİRDEN GÖNÜLE GÖNÜLDEN DİLE
MUTLULUĞU ARIYORUZ, NEREDE Kİ?
Son yıllarda herkes mutluluğu hayatında daha çok arar oldu.
Yaşam şartlarının iyileşmesine rağmen kültürel değerlerin yitirilmesiyle birlikte stres, sıkıntı, hastalık vs. ile aslında hayat zorlaştı. Makineleşme ile fiziki işler kolaylaşırken insanların paylaşımı, kanaatkarlığı, birbirine tahammülü azaldı. Şimdilerde hep “Ah eskiden, biz çocukken böyle miydi? Bayramlar… İftarlar… Oyunlar… Ne mutlu çocuklardık.” deyip dururuz. Geleceği de özlemle anar, yaşadığımız andan şikayetçi oluruz.
Peki biz mutluluğu nerede, ne ile yitirdik?
Kimi, mevkii-makama; kimi, paraya-mala; kimi, gezmeye-özgür hissetmeye; kimi, güzellik-gözdeliğe; kimi, çekirdek ailesine bağlandı. Belki de bu yüzden toplumda yeni yeni oluşumlar türedi: NLP , Pozitif Düşünce , Meditasyon , Yoga , Reiki , Bio-enerji , Aroma Terapi, New Age ve hatta Sapkın Dini Tarikatlar gibi akımlara uyup mutluluk aranır oldu.
Söze ilk önce, rütbe-mevkii-makamdan girelim. Böylelerinin içlerinde büyüklük taslama, gururlanma (kibir) ve kendini üstün-ulaşılmaz sanma vardır. Hele de liyakat sahibi olmadan o makama ulaşmışsa… Keşke Mevlana’nın “Dolu başaklar eğik olur.” sözüne itibar edilse. Yani ;tevazu sahibi olmak insanı alçaltmaz diye düşünülebilse. Yoksa, hırsla tutunulan bu dal bir gün mutlaka kırılır.
‘Dev’ adlı şiirinde Necip Fazıl;
“Öyle bir devim ki, ben, hakikatte pireyim,
Bir delik gösterin de utancımdan gireyim.” Niye demiştir ki?
Yine O’nun deyimi ile;
“İnsan, bir mesut zalim, insan bir mağrur cahil;
Tekne kırık, su azgın ve kayıplarda sahil!..”
İkinci olarak para ve mal hırsına gelirsek; sürekli biriktirmek isteyen ama bunu yaparken gününü iyi yaşamayı ıskalayanlar, o prangasız kölelikten kurtulamazlar. Yarına çıkıp çıkmayacakları belli olmasa da varlıkları; daha çok, daha çok olsun isterler.
Bir Erzurum türküsü:
“Aldanma Dünya malına
Zehir sunma balına
Düşüp Dünya hayaline
Dalma gözüm bundan gayrı” diye ses verir.
Şimdiki gençlerde genelde gördüğümüz, gezme ve özgürlüğe düşkünlük… Macera ve heyecan yaşama arzusu onların düşüncelerinde daha baskın. Fazıl Hüsnü Dağlarca onların görüşlerine tercüman olmuş sanki:
“Sorardım sırrını hiç düşünmeden;
‘Bu fani gönlümün sevinci neden?’
Beni günden güne meğer genç eden
Daima değişen maceralarmış!”
Oysa;
“Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak,
Yüreğin hisli mi, işkencedesin talihe bak.” diyor Mehmet Akif.
Dertsiz, tasasız, sorumsuz ve sorunsuz bir hayatın olması mümkün değil. Önemli olan zorluklara katlanmak ve onunla savaşmak ve de geleceğe umutla bakmaktır. Hani derler ya; “Ekmek olmak için buğdayın değirmen taşlarında ezilip un olması ve hamur olup ateşlerde yanması gerekir.”
“Mutluluk sorumsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneğidir.” denir ‘Mutlu Olmanın Yolları’ adlı kitapta.
Son zamanlarda şu sosyal medyanın da etkisiyle insanların; güzelliğe, beğenilmeye ne kadar da önem verdiği ortaya çıktı. Şişirilmiş dudaklar, estetik operasyonlar, ifadesiz gergin suratlar ile daha güzel ve gözde olduğunu sanan kişiler türedi.
Yıllardır “İç güzellik mi, dış güzellik mi daha önemlidir?” denir durulur. 16 ülkede, 18-60 yaş arası, 8000 kadında yapılan bir araştırmaya göre; Türkiye’de kadınların %52’si dış güzelliğe, %27’si ise iç güzelliğe önem veriyormuş. Daha genç, daha çekici olmak neden bu kadar önemli ki?
Aşık Veysel ne güzel söylemiş:
“Güzelliğin on par’ etmez.
Bu bendeki aşk olmasa”
Aslında güzellik özneldir ama şimdi birçok kişi beğendikleri çağın ünlüleri gibi olmaya çalışıyor.
Hikaye bu ya: Padişah Mecnun’a; “Leyla kara kuru, çirkin bir kız. Onun nesini sevdin de mecnun (deli) oldun?” deyince, O da “Siz onu bir de benim gözümden görün” demiş.
Dışını, yüzeyini parlatmak, cilalatmak yerine aslında iç güzelliğini elde etmeye çalışmak gerekmez mi?
Yeni neslin bazıları da kendini aşka-şehvete adadı. Bu yönde oluşan Sapık Tarikatlar bile var. Oysa şimdiki “Aşk” yerine; eskiden “Sevi” vardı, “Sevda” vardı. Birini sevene “Bilmem kime… yanmış.” denirdi.
“Biz aşkı bu çağın şehvet, ihanet, rezalet üçgeninde değil; çağlar öncesinden kalma sadakat, letafet ve zarafet üçgeninde yaşıyoruz.” diyor bir şair.
‘Tiryaki Sözleri’nde Cenap Şehabettin de: “Hissiyatı (duyguları) ile düşüneni ancak hisleri ile düşünen anlar.” der ama anlaşılmayınca ne fayda!...
Artık günümüzde çoğumuz da varlığımızı çekirdek aileye adadık. Sanki Dünya sadece biz ve ailemizden ibaret, Dünya sadece onların etrafında dönüyor ve sadece onlarla mutlu olunur. Oysa bir düşünür; “Gerçek mutluluğun kendi içinizde yattığını fark edin. Huzur, mutluluk ve neşeyi dış dünyada aramayı bırakın. Paylaşın… Gülümseyin… Kucaklaşın… Mutluluk, kendinize birkaç damla bulaştırmadan başkalarına dökebileceğiniz bir şey değildir.” diyor.
İşte Einstein da: “Hayatı yaşamanın iki yolu var: Biri, hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak… Diğeri, her şey mucizeymiş gibi yaşamak…” diye dile getirmiş.
Biz de;
“Nice sevgilerin bir pula satıldığı bu dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini” diyen Ümit Yaşar Oğuzcan gibi düşünelim ve
Sözümüzü yine Yunus Emre ile bitirelim:
“Gelin, tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.”
Saygılarımla
Ümran Kuday
OLAY AYDIN