Kadınlar Denizi’nin kuzey yamaçlarındayız. İnsanın ruhunu okşayan hafif bir müzik kanımızı kaynatıyor. Kayalarda dalgalar kız gülüşü, sahil renk cümbüşü…
Yakomozlu sularda yüzen gümüş balıkların oynayışı ve bu sisli bir havanın gizi büyülüyor insanı. Müziğin sesi dalgaların yeliyle bir yükselip bir hafifliyor. Müzik sesinin en hafiflediği bir andı. Durgun sular birden havalandı. Koskoca bir balık…
Hayır hayır bir deniz kızı, ya da su perisi… Yosun rengi yıldızlı bakışlarla gözgöze geliverdik.
Ressam Kasap’ın masmavi, köpüklü ve tuzlu sularda uçuşan efe kızlarını anımsadım birden. Yürek yakan kırmızılar, morun içinden şaha kalkan ak köpükler. Ve deniz köpüğünden oluşmuş Afroditler, Artemisler… Hayır hayır, onların hiç birine benzemiyordu bu su perisi.
Ruhuma sıcacık bir meltem esintisi okşayıverdi. İliklerime değin ürperip, titrediğimi hissettim.. Her şey apansız oluvermişti. Damarlarımda akan kanlar sanki yolunu şaşırdı da dışarı çıkmak için zorluyordu.
İçimdeki bir yanardağ lavlarını püskürürcesine ağzımdan çıkan nefes buğuya dönüştü. Avcı ve avın gözgöze gelip kilitlenmişçesine bakışıyoruz. İç çatışmalarım olanca hızıyla devam ediyor. İçim içime sığmıyor, bir şeyler söylemek istiyorum ama dilim damağıma yapışmış söyleyemiyorum.
Tuhaf bir şey var aramızda. Bir ışık demeti beni denize çekiyor. Kendimde değilim artık, beni ele geçirdiler. Ne korku ne de sevinç, beni girdap gibi içine çeken bir deniz…
Uzanıyorum bembeyaz kollarına, sımsıcak nefesi yüzüme dağlıyor. Elimden asılıyor mavi atlasın derinliğine. Rengarenk balıklar oynaşıyor etrafımızda. Yemyeşil yosunlarla süslenmiş mağaralara girip çıkıyoruz. Balıklar oynaşıyor etrafımızda. Nedensiz bir çocuk ağlaması gibi dalgalar ak köpükler uçuşuyor etrafımızda. Kıyıya doğru ilerliyoruz.
Sanki ayaklarımın dibinde gün batımı kızıllık, gözlerimde yaz günlerinin yakıcı tadı. Dilimin ucunda sadece melodisini anımsatan bir şarkı, uzayın derinliklerinden göz kırpan yıldızlar bizimle buluştular.
Kayalar bir başka güzel, dertli kayalardan düşen, öpüşen gizler. Tomurcuklanıp ışıldayan ince sözler, suya dökülüyor hasret. Aşk da temizlenir tuzlu sularda, ötüşü çığlığa dönüşürken martıların. Balıkçılar ağlarını çekerken denizden, ağlarıdan dökülüyor balıklar. Tam özgürüm derken, çığlık çığlığa kapışıyor martılar.… Kiminin ölümü kiminin bayramıdır her zaman. Düşkırığı bir yıldız yoldaştır hüzünlere.
Kadife duygular akarken içimden deniz perisiyle nefes nefese, bakışlarımızda dört bilinmeyenli denklemler dolaşıyor. Saçlarından akan sular inciye dönüşürken Tibet’teki tapınaklarda yazan sözü anımsıyorum.” Bir damla suyu nasıl koruyabiliriz?”
Yanıt,
“Okyanusa akıtarak.” Biz zaten denizin içindeyiz ama çoğalmaktan korkuyoruz nedense…
Sevginin sevdaya dönüşüp katmerlendiği yangın yerindeyiz. Bakışlarımız yıldız yıldız, kalbimiz fırlayacak yerinden, sözün bittiği yerdeyiz. Sarmaşık gibi sarılmak düşleri kurarken irkiliyoruz birden. Sisam Adası açıklarından dalgalarda karartılar sürükleniyor. İlk yanımıza yaklaşan hamile bir kadın ceseti. Karnı davul gibi şiş, kestane rengi saçları darmadağın.
Arkasına giydiği kırmızı can yeleği işlevini yitirmiş. Mavi gözleri mahsun, güzel ve açık. Besbelli doymamış dünyaya, bebeğini alamamış kucağına… Hangi düşlerle denze açıldı kimbilir. Hayat bazen yorar insanı, beklemek, özlemek, daha güzel yerlere gitmek, düşlemek…
Bazen takılırsın düşlerinin peşine. Dalıp kaybolasın gelir mavi sularda. Düşlerinin peşinde koşarken elindekileri de yitirirsin bilmeden. Bazen de korkar, her şeye karşın elinden gelen tek şeyi yapar insan, susar…
Susmak her zaman teslim olmak değildir, isyanın ilk işareti de olabilir. Böylesi anlarda aynalara bakmak istemez insan. Baksa da tanıyamaz kendini…
Bir dakika mı yoksa saatler mi geçti biz bunları düşünürken anımsayamıyorum. İki çocuk caseti daha yaklaşıyor yanımıza. Önce fok balığı sanıp seviniyor deniz kızı. Üç, beş yaşlarındaki dünya güzeli çocuk cesetlerini görünce çıldırıyor su perisi:
“Tanrı öldü! İnsanlığın yarattığın Tanrı öldü!” diye bağırmaya başlıyor…
Kara kaygan bir balık gibi kararıyor sular. Aşk da zehirleniyor tuzlu sularda, ötüşü çığlığa dönüşürken martılar. Yavruları kurban edilirken insanoğlunun, suların koynunda sonsuz uykuda. Gökten yağan yıldızlar kana dönüşüyor, kana bulanıyor dünyamız. Korkuluk gibi tepenin başında bir ana, çırpınıyor yana yana. Ellerine gökyüzünün derinliklerine uzatarak haykırıyor. Dağda, denizde yanklınıyor sesi:
“Tanrı öldü! İnsanlığın öldüğü yerde!”
Bu sesle fırlıyorum yatağımdan. Göğsüm demirci körüğü, nefes nefese…
“Ölmesin, insanlık ölmesin, bebeler ölmesin, umutlar ölmesin…”