Derler ki Demirci Mehmet Efe hayatından iki kere ağladı. Yıl 1919 temmuz ayları. Demirci Mehmet Efe dağdan düze inmiş, Köşk cepesinde Kuvayı Milliye komutanıdır. Cepheye akın akın yurtseverle katılmaktadır.
Gökçen Efe de eşini ve kızını güvenli gördüğü Arpaz’a, Osman Beye bırakarak Köşk cephesine gelir. Üçyok cephesinde düşmanla vuruşmak için Demirci Mehmet Efe’den 6 katır yükü mavzer ve cephane alır. Eğrikavak üzerinden cepheye gider.
16 Kasım 1919’da cepheden bir haber gelir. Gökçen efe cephede Yunanlılarla kahramanca vuruşurken yaralanmış ve hakkın rahmetine ulaşmıştır. Bunu dıuyan Demirci Mehmet Efe çıldırır, göz yaşları sel olur. Yarbay Hacı Şükrü de onunla beraber ağlamaktadır.
Kurtuluş Savaşı başarılmış, Demirci Mehmet Efe de Nazilli’ye yerleşmiştir. 1950’li yılların sonudur. Demirci Mehmet Efe’nin eşi Ayşe teyze hastadır.
Aydın efelerin eşleri yanlarında olmamasına karşın Demirci Mehmet Efe’nin eşi Ayşe teyze cephede de onun yanındadır. Demirci’ye söz dinletemediğinde Refet Bele, Ayşe teyzeyi araya sokar. Demirci de eşini kıramaz. Onun ölümü Demirci Mehmet Efeyi perişan eder. Ağlar, gözyaşı döker. Bunu görenler:
“ Koca efe eşi için bu kadar ağlar mı?” dediklerinde,
“Ben bugüne kadar onun önsezileriyle yaşadım. Yaptığım her işte onun büyük ememği vardır,” der.
1908 Yılının sonbahar ayları, Çakıcı Mehmet Efe Karıncalı dağ üzerinden Yenipazar’ın üstündeki Madran dağına gelir. Çok güvendiği yörük yatağına uğrarar. Çadırdakiler çok üzgündür. Yörük beyine neden üzgün olduklarını sorunca:
“Senin adamların kızımı ve koyunlarımın bir kısmını kaçırdılar,” der.
Bunu duyan Çakıcalı kendi adını kullanarak çalıkakıcıların bu işi yaptıklarını anlar. Karşı tepede ateş etrafında kızı zorla oynattıklarını görünce baskın düzenler.
Sekiz çalıkakıcıyı kendi ateşlerinde yakar. Kızı alarak çadıra getirir. Kızının kurtarıldığını gören Elif Teyze Çakıc’ının boynuna sarılarak ağlarken Efe de onunla beraber ağlar. Kzı da kızlığı yaparak, soraki yıllarda evlenirken düğününde gelerek masrafını karşılar.
Efeler dağda kartaldır, baskı, zulüm ve haksızlığa karşı korkusuzca savaşır. Düze indiklerinde çocuktur. Çocuklarla birebir oynar, sever…
Ben de 25 yıldır Ege’yi dere tepe, magara, mezar dolaşaıp, İl Sallamelerini, Osmanlı arşıvlerini inceleyerek efelerin 700 yıllık kitaplarını yazdım. ( Şeyh Bedreddin ve Börklüce, Birgili Cennetoğlu, Atçalı Kel ve Yağdereli Sinanoğlu, Gizemli Kadın Efe, Çakıcı Dağdan İnmiyor, Nazilli Cumhuriyeti, Şu Ege’nin Efeleri, gibi)
Ben efelerin kitapları dışında duygu yüklü öyküler, şiirler de yazdım. Ege gelenek ve göreneklerini, kültürünü de yer verdim denemelerimde.
Araştırma yaparken, Sabahattin Ali’nin dediği gibi,
“Başım dağ, saçlarım kardır, / Benim de deli rüzgarlarım vardır, “ desem de yüreğim varsıldır benim. Ne denli dikbaşlı olsam da yaralı bir yüreğim vardır.
Hani bir deyiş var;
"Bazen kavaklar gibi olmasını bil, yolunda başın dik, vakul ve asil, bazen salkım söğütler gibi yerlere eğil, tevazudur kişinin ululuğa delil,” dedikleri gibi o duygların tümünü yaşıyorum.
Kitaplarımı, yazılarımı okuyan dostlarım, sıkıntılı günlerinde hep dikbaşlı, direngen birini görmek istiyorlar. Üzünçlü halimi görünce de ,” sakın ha,” diyorlar. Sağolun dostlarım…Yazarlar, şairler gökyüzü gibidir. Bazen bulutlu, yağmurlu, rüzgarlı, bazen de güneşli pırıl pırıl…
Ben denize sevdalı bir insanın. Bazen dalgalarım kayalara döver, fırtınalar ak köpüklerimi göklere savurur. Ama bazen de durgunlaşır, duygusallaşır, çarşaf gibi olur. İkisyle beraber yaşam deniz. Koca Yunus’un dediği gibi;
“Bir avuç toprak, / Biraz da suyum ben, / Neyimle övüneyim, / İşte buyum ben.”
Kinden, nefretten ırak, güzel günler göreceğiz. Umudumuzu yitirmeyelim hiçbir zaman….